Sakarya'nın Hırçın Suyu

04:23 0 Comments

Bundan 15 yıl kadar önce, Burdur'lu bir kız arkadaşım vardı,bir İstanbul seyahatinde hasbelkader tanışıp sevgili olmuştuk. Bazı haftasonları kaçıp geliyordu İzmir'e, ben de iki kuruş harçlık çıkarmak adına Güzelbahçe'de bir av dükkanında çalışmaktaydım o sıralar; derken bir gün Pamukova'dan bir telefon geldi: Dayım ayağını kırmıştı. Dükkandan bana ulaşabilmişler, anneme söyleyeyim diye aramışlar. Tatsız bir haberdi bu, kuzenimin okumak için Ankara yolunu tutmasıyla evin bütün yükü dayıma binmişti. Anneannem evi çevirir, dayım parayı getirirdi. Yengemin pazara tavukların üç beş yumurtasını satması ne evi doyururdu, ne suyu döktürürdü. Ben de ilk otobüsle köyüme gittim. Dayıma uğradım, sağlığına baktım ve iki hoşbeşten sonra vardığım akşamüzeri işe koyuldum. Bağın üç haftalık işi vardı toplamda. Sıkı çalışıp vakit kaybetmeden geri dönmeliydim, aksatmaya gelmezdi bağ bozumu.


Ben çalışmaktayken kız arkadaşımın haberini aldım, iki haftaya İzmir'e geliyormuş. Aradım durumu izah ettim, iş biter bitmez çıksam söylediği tarihte orada olmam imkansızdı. Dedim ya, o zamanlar kız arkadaşımla buluşmak meseleydi benim için, ikimizin de müsait olduğu zamana denk getirmek her zaman mümkün olmuyordu. Durumun ehemmiyetini anlamış olsa da, telefonu kapatırken üzüntüsü sesinden belliydi.

Hem bu durumun üzüntüsüyle, hem de bağ bozumunu bitirip mümkün olduğunca hızlı bir şekilde evime dönmenin isteğiyle olağanca gücümle işe giriştim. Dayımı oğlu kadar seven bir Cengiz ağabeyimiz vardı, dayımın haberini alır almaz o oğluyla bana yardıma gelmiş sağ olsun. 5 kilometrekarelik, küçücük bir köydür Fevziye; Cengiz ağabeyimin gelişiyle beraber  anneannemlerin kapısı üç günde bir çalar oldu, kimisi aşure getirmiş, kimisi elinde çikolata-bisküvi 'Hatice oğlunun haline takılıp canını sıkmasın, sohbete gidelim de kafası dağılsın kadıncağızın' diye düşünmüş. Ben ise elimden geldiğince çalışıp çabalıyorum, çünkü bütün bu atmosfere rağmen köy bana oldum olası çok sıkıcı gelmişti ve İzmir'imi çok özlemiştim. Birkaç günde bir sevgilim beni dayımı / işleri sorma bahanesiyle arıyordu ve sohbet ediyorduk. Günler böyle geçip gidiyordu.

İşe başlayalı bir buçuk hafta olmuş ki, sevgilim beni tekrar aradı. Hal hatır sorduktan sonra üç gün sonra İzmir'de olacağını, bensiz ne kadar da sıkıcı olacağını söyledi. Ben de benim yerime Kızlarağası Hanı'nda bir türk kahvesi içmesini, sahilde zaman geçirmesini söyledim. Telefonu kapattık. Cengiz ağabeyim de bu konuşmaya kulak misafiri olmuş. Bıraktı işini, geldi yanıma. "Oğlum," dedi, "kız arkadaşın mıydı arayan?"

Meseleyi anlattım. Üç gün sonra kızın İzmir'de olacağı ve benim burada bağ bozumuyla uğraşıyor olacağıma üzülsem de şikayetimin olmadığını söyledim. Babacan bir tavırla beni dinledi. "Hallederiz ulan Manavoğlu!" dedi. Ne demeye çalıştığını anlamadım. Oğluna seslenip sırayı onun bitireceğini, kendisinin benimle bir işi olduğunu söyledi. Keseyi çapayı traktöre yükleyip köy meydanına yollandık.

Cengiz ağabeyimin kardeşi Hüseyin Hoca vardı. Hüseyin Hoca da köyün amatör ligde oynayan takımı Fevziyespor'un hocalığını yapıyordu. Cengiz ağabey çağırınca koşa koşa gelmiş, ne olup ne bittiğini sordu. Cengiz ağabey beni gösterip "Bu delikanlıyı bir deplasman maçına çıkart da köyümüzün gururu Fevziyespor'un bir maçını izlesin," dedi.

Anlam verememiştim. Ne deplasmanı? Cengiz ağabeyim, benimle aynı şeyi düşünen Hüseyin Hocaya kafasındakini anlatırken her şey yavaş yavaş açıklığa kavuşmuştu. Benim halimi görünce üzülmüş ve biraz da kendi gençliğini hatırlamış olacak ki, 'Cerrah' Cengiz (Marmara bölgesinde çapkınlığıyla nam salmış bir adamdı Cengiz ağabeyim, sevgilileri de onu 'cerrah' diye tanır, öyle severlerdi. En azından köyde anlatılan buydu) ayarlayabilirse İzmir takımlarından biriyle dostluk maçı ayarlayıp beni de İzmir'e postalamayı düşünmüş. Bu fikir beni acayip mutlu etmişti. İnanamadım fakat mutluluğum aklıma gelen şu soruyla bölündü:

-Ben İzmir'e gidersem kim uğraşacak ağabey bağ ile?

-Bizim tarlanın işi erken bitti, mevsimlik işçilerin parasını da vermiş bulunduk, yollarım sizin bağ bozumuyla onlar ilgilenirler Manavoğlu. dedi

"Aman ağabey ne yaptın, zaten günlerce uğraştın benimle beraber bağ bozacağım diye, şimdi hem beni maça yolluyor hem de bağ işiyle sen uğraşıyorsun, olur mu öyle şey?" demeye kalmadan Hüseyin Hoca telefona sarılmıştı. "Hangi takımlısın sen?" dedi, "Altınordu ağabey," dedim. O zamanlar Altınordu amatör ligde oynuyordu, Hüseyin Hoca da 'küçük bir dostluk maçını ayarlamak öyle çok zor olmaz' diye düşünmüş olacak ki "Halledeceğim ben," dedi, "sen şu iki gün iyice çalış da hak ettiğini göster bakalım bana."

Ben de o iki günü nasıl geçirdim hatırlamıyorum. Hüseyin Hoca, işin içine biraz da tanıdık katarak, maçı ayarladığını bana müjdelediğinde kız arkadaşımın İzmir'e varmasına bir gün vardı. Sevgilimi hemen aradım ve onu çok sevdiğimi söyledim, normal şartlar altında maçlarını asla kaçırmadığım Altınordu'nun yarın oynayacağını haber aldığım hazırlık maçını benim yerime izleyip izleyemeyeceğini sordum. Seve seve izleyeceğini söyledi. Telefonu kapattık.

Akşamüstü takım için kiralanmış iki minibüs köy meydanına park etmişti. Futbolcular ve on-onbeş köy sakiniyle minibüslere doluştuk. Hakan ağabeyim, Kenan ağabeyim, Rıdvan amca,  Hüseyin Hoca, Cerrah Cengiz ve diğerleriyle beraber İzmir'e gidiyorduk. Yıllarca beni 'İzmirli' diye çağıran, canımdan çok sevdiğim ağabeylerimle beraber tuttuğum takımla köyümün takımının maçını izleyecektik. İçim kıpır kıpırdı. Marşlara başladılar:


Hiçbir sevgi dolduramadı,
Aşkın kalbimi parçaladı,
Hayatımın en son noktası,
Sensin Adapazarı.



Güzel bir yolculuğun ardından sabah saat 9 gibi İzmir'e vardık. Buca Stadı'na girerkenki heyecanımı anlatacak kelime bulamıyorum. Bütün takımın ve bizlerin ardından Hüseyin Hoca indi, hocamız Seyit Mehmet Özkan ile el sıkıştılar ve koyu bir sohbete daldılar. Ben de Hakan ağabeylerimi alıp stada yakın çaycıda iki çay içip kendime geleyim dedim.

Saat 12'ye 10 vardı. Stadın karşı tarafında sevgilimi gördüm. Kendine uzak bir köşe seçip sakince oturuşunu gördüm. Cengiz ağabeye sarılıp vedalaştıktan sonra sevgilimi aradım. Telefonu açtı. "Neredesin," dedim, "Maça geldim şimdi, birazdan başlarlar, dedi." Bir yandan onun yanına giderken öbür yandan lafı uzattım, nasıl olduğunu, günlerinin nasıl geçtiğini sordum. O da tek tek cevap verdi. On adım kadar yanına gelmiştim ki, "Kapatıyorum ben, hadi görüşürüz," dedim ve telefonu suratına kapattım. Tam bana söylendiği sırada arkasından yanaşıp yanına oturdum. Başlangıçta çok korktu fakat ben olduğumu fark edince korkusunun yerine şaşkınlık aldı. "Ne işin var burada," dedi. Kolumu omzuna atıp ona sürpriz yapmak içinin bu kadar yol geldiğimi ve maçı ayarladığımı söyledim.

Maç Altınordu'nun 4-0lık galibiyetiyle bitti. Maçtan sonra herkesle tek tek vedalaşıp köye selam yolladım. Dayım bir hafta sonra kendine gelmiş, bu arada da bağ bozumu çoktan bitmişti. Ben ise o gün mükemmel vakit geçirmiştim.

Daha sonra sevgilimle aramız bozuldu ve ayrıldık. Şimdi bir oğlum ve dünyalar güzeli bir karım var. Bunca yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ bu anıyı hatırladıkça yüzüm güler. Cengiz ağabeyle o günden başlayan dostluğumuz iki sene önce vefatına kadar devam etti. Benim ise elimde 2000-2001 sezonu Fevziyespor forması ve insanlarla paylaşabileceğim muazzam bir maç anısı kaldı. Fevziyespor sen çok yaşa!


Utku Aktaş

Bu benim blogum!.

0 yorum: