Büyütülecek Şeyler

11:14 0 Comments

günlerin bala çalındığı bir gündüzdü.
kimi seher vakti der, önemsiz.
bir ben vardım kayda değer;
geri kalanı ya saatten habersiz,
ya bir köşede sızıvermiş
başı dumanlı kimselerdi.
saygıdeğer ben ve ben,
öylece dikilmekteydik
her şeyin başladığı gibi biteceği
güneş denli mavi suyun kıyısında.
çınlamamıştı henüz turnikeler;
vatandaşlar vurmamıştı cüzdanlarını.
çokça içilmişti yerdeki şişeler.
akşamdan kalma şeyler konuşurdu,
öyle vakitlerdi ki ayakta olana;
insanın zoru olmalıydı aklından,
fazla bile değil, yoktu güneş henüz,
vurmuştuk bizi denize karşı
önceki gün biçilmiş çimlere.
bizdeki dert de dertti çünkü;
paylaşamazdık sokaklar gibi,
yürünecek şey değildi üzerinde.
kırılmıştı balatamız.
kaybolup gitmiştik akan trafikte.
maaşlarımızı cebimize koyunca,
bir tek atmaya gidilmeliydi;
gönül ağladıkça büyürdü acı,
tesellimiz kadehin içine düşmüş
pekala kaybolmuş olabilirdi.
göz yaşlarımız niye akıyordu sahi?
biz miydik hayatımızın sahibi?
bir şans daha olsa elimizde,
döner miydik bu diyara?
sever miydik dün gibi,
insanlar gelemiyorken ölmeye?
bir daha ölecek olmak,
bir daha yaşamamaya yeğdi.
kaptırdık kendimizi bizler de,
felekten çaldığımız o gece
kayıtlarına geçmedi hiçbir karakolun;
planlandığımız gibi acıyorduk kendimize.
erekte olmuştu devasa derdimize,
söz gelimi aramalıydık bir derman.
temiz bir dayak isteseydik,
şimdiye masamızdaydı.
kendi hayatlarımızda rol çalan,
bir avuç figürandık belki.
heyhat, kader!
kim büyütmüyordu okşayarak dertlerini?
uğraş olsun diye aldık bir kere elimize,
bırakamadık da sonra,
bizimki ağız tiryakiliği.
sızacaktık az sonra çimlerde,
devrilip, yuvarlanırdık.
kurumadan gözlerimizin yaşı,
şen kahkahalar doldururdu,
yerdeki camdan şişeleri.
kimseden yoktu farkımız,
içimizde yaratır, dışımıza ağlardık.
öyle sönmez miydi yanan ateş?
boğazımıza kadar pisliğin içinde,
yuvarlanan domuzlar gibiydik.
konuşurduk ki, birileri halimize üzülsün ama
aslında bilirdik bir şeyden çakmadığımızı.
çakmağımızın ateşi gündüzü işaretlerdi,
göz yaşlarımız ise şahsi alanımızı.
yaşamaktı bu, birbirinin aynısı günler
ve yüz yıllardır gelip giderdi güneş.
dalgaların karaya vuruşu işten değildi,
o geniş bantın şahidi olduğum
elli asırdı benim varoluşum
kapatmışım gözlerimi,
iki nesil sonra, toprakta bir yerlerde
kaybolmuşum,
henüz sıra bendeyken,
antreden sakince geçiyordum işte;
bildiğim tek şeydi yaşamak.
yaşamak, başlı başına bir sahne.
repliğim yazmıyor ya sayfalarda
bana yakıştırılan bahçıvan rolümü,
büyüteceğim büyütebildiğimce.

Utku Aktaş

Bu benim blogum!.

0 yorum: