İsyan Ettim

08:33 0 Comments

Hayatta hiç kimseye güvenmem. Anama da güvemezdim, babama hiç güvenmem. Allah bir çocuk bağışlamadı fakat prensip olarak ona da öyle sonuna kadar güvenmezdim olsaydı. Sonuçta çocuk bu, yalan da söyler, ebeveynlerinin arkasından iş de çevirir. Doğası gereği çok da güvenmemek lazım. İsterse dört dörtlük insan olsun, dereler dolusu sevdiğim bir kadın olsun, ı-ıh, güvenmem. Güvenemem.

Şimdi diyeceksiniz ki 'yahu, bu adamın derdi neymiş de bu kadar kesin bir dille kimseye güvenmeyeceğini söylüyor?' Ya da 'bununki de boş laf canım, insan dediğin birine güvenmeden yaşayabilir mi?' diye düşüneceksiniz. Yaşar efendim, bal gibi de yaşar. Hatta bilakis, güvenmek öldürür. Her zaman tetikte olmak lazım. Lakin ben de bunları anamın karnında tecrübe edip kimseye güvenmemeyi kendine -neredeyse- iş edinmiş bir adam olarak dünyaya gelmedim. Zamanında benim de durumum güvenle sorunu sokaktaki vatandaştan fazla olmayan, alelade bir adamınkiyle aynıydı. Sonra bir gün, dar bir kaldırımda yürürken önüme 12 yaşındaki oğluyla bir anne geçti. Benden daha yavaş yürümekte oldukları için ben de vitesi düşürmüş, tıngır mıngır yürüyordum. 15-16 yaşlarında bir çocuktum, hiçbir şey için acelem yoktu. Kaldırım bitti, yola çıkacaktık fakat park halinde bir araba yüzünden sağımı göremiyordum. Anne ve oğlunun rahatça adım atıp yürüdüğünü görünce ben de kontrol etme ihtiyacı duymadan attım adımımı yola. Allah'ım atmaz olaydım. Ne idüğü belirsiz bir pikap geldi ve vınn sesiyle, frene basacak vakit bulamadan üçümüze çarptı. Çevredekilerin 'aaaaayy' sesleri eşliğinde anne ve oğlan bir tarafa savruldu, ben bir tarafa savruldum. Anne ve oğlu mortingen straße, benim de ayağım o günden beri aksar. İki tane ameliyat oldum. Adam şimdi hapiste yatıp kalkıyor, yiyor, içiyor ve sıçıyor. Ooooh. Bir de öpüp alnına koysalarmış keşke. Dikkatsiz bir anne ile oğlunun ölümü ve daha önemlisi gencecik bir çocuğun kötürüm kalmasının bir numaralı suçlusu paşalar gibi yaşıyor şu anda. Söz meclisten dışarı, adelet sistemine güvenimi de o zamanlar kaybettim.

Bu söylediklerim de kayıtlara geçsin: Bir kere güvenmenin acısını bir ömür yaşadım. Aksayan, çirkin ve muhtaç bir oğlan olmanın derdini her gün çektim. İnsanlar da bana hep o gözle baktılar; olacağı varsa da sevgilim olmadı, arkadaşlarım benimle münasebetlerinde hep inceden taşak geçer haldeydi, öğretmenlerim hep acıyarak baktı. Kaderin sillesini yemişim muamelesi beni inanılmaz boğdu. Bir süre sonra ite ite beni o kalıba soktular gerçekten de, basit özrümü her yerde bahane eder oldum. Şimdi geriye bakıp o günleri düşününce midem kalkıyor.

Yaşım gelince üniversiteyi kazandım. Bir sene dahi kaybım olmadan, kaymak gibi yerleştim okuluma. Ha, çok ahım şahım bir okul değildi belki fakat ben de akademik gelecek hayalleriyle yanıp tutuşan bir adam olmamıştım hiç. Öylesine yaşayıp gidiyordum, rüzgâr beni üniversite okumaya Karadeniz'e savurdu, ben de hiç düşünmeden savruldum. Yani sizin anlayacağınız tercih döneminde hısım akrabadan tutun rehberlik öğretmenime bir sürü insanın 'bir sene daha hazırlan' ya da 'büyük şehirde oku, bak şu bölümleri de düşünebilirsin' minvalindeki konuşmalarına hiç kulak asmadım. Kendi bildiğimi okudum, okumakla da iyi yaptım. Babam gibi kabzımal mı olacaktım?

Üniversite'de ilk yılım hüsranla sonuçlandı. Geçerim diye düşünüyordum fakat değil geçmek, geçer bir tane not almadım. Çanı düşüren adamdım. Böyle bir grafik çizeceksem eğer, benden mühendis falan olmazdı. Çok kötü içerledim bu durumu. Kendilerini arkadaşım ilan eden üç beş gevşek adamla ilişiğimi kesip eve kapattım kendimi. Her ihtimale karşı stokladığım konservelerden başka bir şey yemeden iki haftaya yakın bir süre çalıştım. Hazır değildim belki ama bayağı yol kat etmiş olduğumu düşünüyordum....

devam eder bu

Utku Aktaş

Bu benim blogum!.

0 yorum: